10 May 2014
2014 yılının Mayıs ayı içinde 4 günlüğüne Slovenya’yı keşfe çıktık… Henüz turistler tarafından keşfedilmemiş, harita üzerinde nerede olduğu bile pek çok insan tarafından bilinmeyen Slovenya, gölleri, kireç taşı mağaraları, yemyeşil ormanları, Adriyatik Kıyısı’ndaki küçük İtalyan tipi köyleri ve güzeller güzeli başkenti Ljubljana’sıyla bizi mest etti.
Bahar ve yaz aylarında Avrupa’da küçük bir kaçamak yapmak isteyenler bu yazıyı ve tavsiyeleri kaçırmayın derim…
Slovenya, Mayıs 2014…
Slovenya hakkında yaptığım araştırmalar sonucunda 4 günlük turumuzu şu şekilde belirledik:
Yönümüzü ilk olarak Slovenya’nın en güzel ve en romantik gölü Bled’e çevirdik. Ardından Avrupa’nın en büyük kireç taşı mağarası olan Postojna Mağarası ve hemen onun yakınındaki kayalıklara inşa edilmiş Predjama Kalesi’ni gördük. Sonraki durağımızı Adriyatik Kıyısı’nda Portofino kadar güzel ama onun kadar turistik olmayan sakin Piran’a çevirdik. Son günümüzde ise Slovenya’nın başkenti, incisi, güzeller güzeli Ljubljana vardı. Böylece 4 gün içinde Slovenya’nın en önemli highlightlarını görme fırsatımız oldu.
İşte rotamız:
30 Nisan Çarşamba günü öğleden sonra işten biraz erken çıkarak vurduk kendimizi yollara ve 3,5 saat sonra Bled Gölü’ne ulaştık. Münih’e sadece 3,5 saat uzaklıkta olması ve Bled’e uzanan yolların muhteşem bir doğa içinden geçmesi önemli bir artı. Haftasonu kaçamağı için bile Bled Gölü düşünülebilir, eğer Münih ya da Avusturya’da yaşıyorsanız. Eğer Türkiye’den gelecekseniz İstanbul – Ljubljana arası direk uçuşlar var. Ljubljana – Bled Gölü arası ise arabayla sadece 45 dakika. Slovenya gezinizi Budapeşte ya da Viyana ile de birleştirebilirsiniz. Öncesinde eğer Budapeşte ya da Viyana şehir turları yaparsanız ardından trenle Ljubljana’ya geçebilirsiniz. Yani Slovenya her şekilde tatil planına alınabilecek, ulaşımı oldukça rahat bir ülke…
Slovenya’da 1. günümüz: Bled Gölü ve çevresi
Bled Gölü çok fazla büyük olmayan çevresini yürüyerek 1 saatte gezebileceğiniz bir göl. Güne göl etrafında yapacağınız bir yürüyüşle başlamanızı tavsiye ederim.
Bled Gölü’nü tepeden kuş bakışı seyredebileceğiniz kaleye çıkmanızı ise şiddetle tavsiye ederim. Kaleye yaklaşık 15 dakikalık tepeye doğru bir yürüyüş sonrası ulaşacaksınız. Blagajna Kalesi’ne giriş ücreti kişi başı 9€. 4-14 yaş arası içinse 4,5€. Kale sabah 8:00 akşam 8:00 arası açık. Kalenin içinde çok fazla görülecek birşey yok. Burayı özel kılan burada sizi bekleyen muhteşem Bled Gölü manzarası:
Kalenin içinde cafe ve restoranlar var. Yukarı çıkmışken güzel manzaraya karşı birşeyler yemek ya da içmek fena fikir değil bence. Yukarı çıktığınızda havanın açık olmasına dikkat edin. Aksi takdirde yukarı boşu boşuna çıkmış olursunuz. Aşağıdaki kare, kale içindeki cafeye ait.
Bled Gölü’nde yapılacak başka bir aktivite de küçük teknelere binip Göl’ün ortasındaki adaya çıkmak olabilir. Ya da kollarınıza güveniyorsanız küçük bir kayık kiralayıp gölde romantik bir kayık gezintisi yapabilirsiniz. (Küçük kayıkların kiralama ücreti saatlik 10€ civarındaydı, eğer daha büyük teknelere binmek istiyorsanız kişi başı gidiş-dönüş 12€ ödemeniz gerekiyor).
Göl üzerinde yer alan bu küçücük adayı gezmeniz 15 dakikanızı bile almayacak. Üzerinde küçük bir kilise ve cafe-restoranlar yer alıyor.
Bence, adayı uzaktan seyretmek daha keyifli. Ya da adaya ulaşana kadar göl üzerinde geçirilen vakit… Aşağıdaki kare, tekne gezimiz sırasında çekildi ve hemen öncesinde yürüyerek çıktığımız kaleye ait:
Adaya yaklaşırken:
Ancak, burada önemli bir bilgi vermek istiyorum… Adada kiliseye doğru çıkan merdivenlerin önemli bir anlamı var:
Erkek sevdiği, evlenmek istediği kadını kucağında çıkartırmış burda. Biz de 7. yılımızda da olsak bu geleneği yerine getirmemezlik yapmadık:
Her ne kadar Slovenya’nın turistler tarafından çok fazla keşfedilmemiş olduğunu söylesem de Dünya’nın diğer ucundan kalkıp buralara, bu güzelliği görmeye gelenler de yok değil. Bindiğimiz teknede minik Eren Güney Koreli turist kadınların arasında kalınca çığlığı bastı :)
Bled Gölü’ü sonrası bu göle çok yakın olan (30km uzaklıkta) ve Bled Gölü kadar güzel Bohinj Gölü’nü görmenizi tavsiye ederim. Bu göl Bled Gölü kadar turistik olmadığı için ve göl daha çok doğa severlerin, trekking yapanların tercih ettiği bir göl olduğu için Bled Gölü’ne göre daha sakin ama çok güzel. Biz açıkcası Bohinj Gölü’nü daha çok sevdik. Etrafında çok güzel trekking yolları var. Sırtınıza çantanızı takın ve bu bölgeyi keşfe çıkın derim…
ve bence Bohinj Gölü’ne kadar gelmişken kaçırılmaması gereken başka bir doğa harikası da Savica Şelalesi. Bohinj Gölü’ne arabayla 10 dakika mesafede olan bu şelaleye arabayı park ettikten sonra yaklaşık 20-25 dakika yürümeniz gerekiyor. Ama bulacağınız manzara yürüdüğünüze deyecek türden:
Peki Bled’de nerede kalabiliriz diye sorarsanız, tavsiyem Villa Istra. Burası oldukça güzel, Bled Gölü manzarası olan bir villa. Bled’de romantik bir haftasonu geçirecekler için tavsiye edebilirim. Oda fiyatlarına kahvaltı dahil değil. Ancak kişi başı 12€ ödeyerek çok güzel bir kahvaltı yapabilirsiniz. Akşamları ise 3’lü ya da 4’lü menü seçenekleriniz var. (3’lü menüsü kişi başı 32€).
Bled’de kaldığımız gün akşam yemeğimizi otelde yemeği tercih ederken öğlen yemeği için Bled – Bohinj Gölü arasındaki yol üzerinde bir restoranda mola verdik. İsmi Rupo Restoran (Adres: Jaka Kusterle Srednja vas 87/4267 Srednja vas Bohinju).
Bu bölgenin lokal yiyeceklerden birkaçı: Ajdovi Krapi (Buckwheat Dumplings-içinde keçi peyniri bulunan hamur parçaları) ve Sopska Salatası (domates, soğan, biberden yapılmış ve üzerine peynir serpiştirilmiş salata).
Slovenya’da 2. günümüz: Postojna Mağarası ve Predjama Kalesi
Bence, Postojna Mağarası Slovenya’nın en önemli highlightı. Burası olmazsa olmazlardan. Avrupa’nın en büyük kireç taşı mağarasında geçirdiğimiz yaklaşık 2 saat bizim unutulmazlarımız arasına girdi.
Bu mağara için tavsiyem, giriş biletinizi muhakkak bir gün önceden internetten almanız. Böylece bilet kuyruğunda beklemediğiniz gibi, her saat başı yapılan turlardan hangi saate katılmak istiyorsanız kendinizi önceden ona göre ayarlamış olursunuz. Biz bir gece öncesinden sabah 11:00 turu için biletimizi ayırttık (Postojna Mağarası ve Predjama Kalesi giriş kişi başı 27€). Bled Gölü’nden Postojna Mağarası arabayla yaklaşık 1 saat. Sabah saat 10:30 gibi mağaraya ulaştık, rezervasyonu olanlar için olan sıraya girip biletlerimizi alıp mağaraya girdik. Çok beklememiş olduk böylece. Mağara, Slovenya’nın en bilindik turistik aktivitelerinden olduğu için oldukça kalabalıktı. Özellikle Haziran, Temmuz ayları en yoğun dönemmiş.
Mağaraya girdiğinizde önce trenlere biniyorsunuz ve yaklaşık 2 km bu trenle mağara içinde ilerliyorsunuz.
Sonra rehberler eşliğinde mağara içinde yaklaşık 1 km yürünüyor ki bence inanılmaz bir deneyim. Mağara içinde fotoğraf çekmek kireç sarkıtlarına zarar verdiği için sadece izin verilen bölgede çektiğim fotoğraflar var. İşte onlardan birkaçı:
Yukarıdaki fotoğraflar ne yazık ki mağaranın gerçek güzelliğini tam yansıtmak için yeterli değil. Gerçek güzelliği ancak oraya gittiğinizde görüp yaşayacaksınız. Mağaranın her bölgesinde o kadar farklı şekillerde kireç sarkıtları var ki, tarif edilemez. Bu mağara Londra şehrinden tam 3 yıl önce elektriğe ulaşmış ve o tarihte henüz Slovenya’da elektrik yokmuş. Düşünün ki Avrupa’nın en önemli şehri olan Londra bile bu mağaradan 3 yıl sonra elektriğe kavuşmuş. Slovenya Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun egemenliği altındayken Avusturya buraya çok fazla yatırım yapmış. İtalyanlar açtıkları yer altı tünelleriyle Slovenya’nın altındaki tüm mağaraları birbirine bağlamayı hedeflemişler. Ancak Slovenya topraklarının altında o kadar çok mağara var ki İtalyanlar doğal olarak tünelleri bitirememişler.
Mağaradaki bir diğer ilginç nokta mağarada yaşayan renk pigmentleri ve gözleri olmayan kertenkeleye benzeyen küçük hayvanlar. Mağarada ışık olmayan yerlerde yaşadıklarından gözleri yok. Bembeyazlar.
Bir ara elektrikleri kapatarak mağaranın o zifiri karanlığını yaşamamızı sağladılar. Böyle bir karanlık olamaz. Sıfır ışık. Karanlık fobisi olanlar için biraz sıkıntılı geçecek birkaç dakika…
Ardından yönümüzü Predjama Kalesi’ne çevirdik. Mağaradan sadece 10km uzaklıkta olan bu kalenin içi çok ilginç olmamakla beraber eğer vakit varsa gezi planı içine alınabilir. Bence kalenin dışardan görüntüsü çok ilginçti. Ayrıca kale içinde yukarı çıktıkça kaleyi kayalıkların içine nasıl inşa ettiklerine insan şaşırıp kalıyor. Trabzon’daki Sümela Manastrı benzeri mimariye sahip bu kale, dediğim gibi, eğer vakit varsa gezi planı içine alınabilir.
Slovenya’daki 2. günümüzü ise Adriyatik kıyısında tamamlamaya karar vermiştik. Portoroz’daki otelimize doğru yola koyulduk.
Bizim asıl hedefimizde Portofino misali romantik Piran vardı. Dar sokakları, pastel rengi evleri, Adriyatik Kıyısı’ndaki küçük limanıyla çok fazla turistik olmayan, sakin Piran…
Ancak otelimizi Piran’a çok yakın olan (4-5km) Portoroz’da tuttuk ve geceyi Portoroz’da geçirdik.
Portoroz’daki otelimiz yüksek bir yamacın başında Adriyatik Denizi’ni yukardan gören hoş bir oteldi. (Otel Villa Bellevue) Burayla ilgili söylemem gereken en önemli uyarı sokakların dar, yokuşların oldukça dik oluşu. Arabayla çıkmak oldukça zor, yürüyerek inip çıkmak da kolay değil. Yani biraz zahmetli :)
Akşam için Portoroz’da balık yemeği tercih ettik. Bize önerilen restoran Ribja Kantina Santalucija’ydı. Ancak ben balıkları çok iyi bulmadım. O yüzden tavsiye etmiyorum. Ancak yemek sonrası gittiğimiz mekan süperdi… İsmi Alaya. Denize sıfır. Ben burayı çok beğendim.
Slovenya’da 3. günümüz: Piran & Ljubljana
Yağmurlu bir sabaha uyandıktan sonra, yağan yağmura aldırmayıp kahvaltı için Piran’a yöneldik. Arabayı park ettikten sonra dar sokaklarda ilerleyerek limana, Piran’ın meydanına ulaştık ve bizi orada bekleyen süprizle karşılaltık. Her Cumartesi Liman’a bakan meydanda İtalyan pazarı kuruluyormuş. Her tezgahta ayrı bir lezzet vardı: Ekmekler, peynirler, zeytinyağları, makarnalar, kurutulmuş domatesler. Hepsi İtalya’dan geliyormuş. Bu bölgenin bir zamanlar İtalyan egemenliği altında olduğu düşünülürse kendimizi İtalya’da gibi hissetmemiz doğaldı.
Slovenya’da en basit şekilde nasıl kahvaltı edilir. Bürek ve Çayla :) Bizim Börek, Slovenya’da Bürek ve heryerde satılıyor ve çok lezzetli.
Piran’da dikkat çekici başka bir özellik de buraya Kosova, Makedonya ve Bosna’dan çok fazla kişinin savaş nedeniyle göç etmiş olması. Ne de olsa Slovenya topraklarında sadece topu topu 11 gün savaş olmuş. Yani Yugoslavya’dan en kansız şekilde ayrılan Slovenya olmuş… Biz Hırvatistan tatilimizde de buna benzer bir durumla karşılaşmıştık. Bizim gözlemimiz şöyle, Makedonların dondurma, Bosnalıların lokanta işine girdikleri yönünde. Piran’da da liman kıyısında harika bir Bosna Restoranı bulduk ve vurduk kendimizi Cevapcici’ne, kurufasülyeye. Burası Piran’ın highlightı oldu bizim için:
Piran henüz çok turistik olmadığı için fiyatları oldukça uygun. (Restoran: Sarajevo 84 Cevabdzica, 4 kişi toplam 42€ ödedik).
Piran oldukça masalsı bir yer. Adriyatik Kıyısı boyuca dizilmiş pastel renkli evler çok güzel bir görüntü oluşturuyor. İşte benim gözümden Piran:
Piran’da planladığımızdan daha fazla zaman geçirdikten sonra yönümüzü son durak Ljubljana’ya çevirdik.
Şehre varır varmaz Galeria River oteline yerleştik. Bu otel oldukça merkezi ve temizdi ve Ljubljana şehir merkezi içinden geçen nehrin hemen kıyısında.
Ljubljana şehrini ilk olarak gece gördüğümüzden midir bilmem ben ışıklandırılmış, gecenin geç saatlerine kadar cıvıl cıvıl olan bu şehri çok sevdim. Kanal boyunca sıralanmış çok şık mekanlar var. Bunlardan biri kanalın hemen bir sokak arkasındaki Julia. Denemenizi tavsiye ederim.
Yaşayan şehir Ljubljana’yı ben ilk görüşte çok sevdim:
Slovenya’da 4. günümüz: France Preseren’in şehri İmkansız Aşkın simgesi Ljubljana
Slovenya’ya gideceğimiz kesinleştikten sonra oraya dair birşeyler okumalıyım diye düşündüm. Doğru kitap tabii ki Paulo Coelho’nun ‘Veronika Ölmek İstiyor’ kitabıydı. Bu kitapla ben Slovenya’nın büyük şairi Preseren’i ve onun imkansız aşkını tanıdım:
‘Şair otuz dört yaşındayken bir gün kilisede yeniyetme bir kız görüyor. Julia Primic adındaki bu gencecik kıza derin bir tutkuyla aşık oluyor. Eskiçağ trubadurları gibi kıza şiirler yazmaya koyuluyor, onunla evlenme hayalleri kuruyor. Meğer Julia üst düzey bir ailenin kızıymış, şair-kilisedeki o rastlantıdan sonra-bir daha kıza yaklaşamıyor. Ama o kısacık rastlaşma en güzel şiirlerinin esin kaynağı oluyor ve adının çevresinde bir efsane oluşturuyor. Ljubljana’daki küçük meydanda bulunan heykelin dümdüz belirli bir noktaya baktığını görürsünüz, o bakışı izlerseniz, meydanın öte yanındaki binalardan birinin taş duvarına oyulmuş bir kadın yüzü fark edersiniz. İşte orası Julia’nın yaşamış olduğu evdir. Preseren ölümünden sonra bile, sonsuza kadar, ‘İmkansız Aşk’ına bakmayı sürdürecektir.’ (Paulo Coelho – Veronika Ölmek İstiyor).
Ljubljana…
Preseren’in İmkansız Aşkı’nın şehri…
Romantik şehir…
Canlı, capcanlı…
Yaşayan, nefes alan şehir…
Preseren’in aşkına sadık kalması gibi karakterli şehir…
Preseren’in izinden Ljubljana’nın romantik sokaklarında dolaşmak bir şiirin mısralarında gezinmek gibi…
Şehri koruyan ejderhalar…
Gönül isterdiki bu güzel şehre dolu dolu 2 gün ayıralım. Ancak zaman kısıtlı olduğu için sokaklarında dolaşıp kalesine çıkmakla yetindik.
Ancak kısıtlı zamanımız da olsa güzel mekanlar keşfetmeyi başardık. Kahvaltı için seçtiğimiz mekan bir Fransız Cafe’siydi. Le Petit Cafe. Kahvaltısı, ambiyansı harikaydı…
ve 4 günlük Slovenya maceramızı tamamladığımız nehir kıyısındaki Cacao Cafe…
Slovenya henüz turistler tarafından tam olarak keşfedilmemişken, bu güzel, bakir ülkeyi keşfetmenizi tavsiye ederim. İnanın pişman olmayacaksınız…
Gökçe Demirci
Slovenya – Mayıs 2014
Merhaba Gökçe,
Yorumunu blogda cevapladım ancak güzel ve keyifli yazıların taçlandırılması gerektiğini düşündüğüm için buraya da yazma gereği hissettim. Harika bir gezi olmuş. Fotoğraflar da cezbedici :) Anlattıklarınla gördüklerimi tekrar anımsadım ve orada olmak istedim birden. Piran’ı da görmek isterdim doğrusu, çok sevimli bir kıyı kentine benziyor. Gezmek için bol fırsatlarınızın olması dileğiyle… Sevgiler, Sezen…